Ben bu “haps olmak” lafını duyduğumda tüylerim diken diken oluyor. Çünkü çoğumuzun diline pelesenk ettiği bu ifade, farkında olmadan hayatlarımızı küçülten bir bahaneye dönüşmüş durumda. “Haps oldum, mecburdum, elimden bir şey gelmedi.” Gerçekten mi? Yoksa kendi kendimize ördüğümüz görünmez parmaklıklara yaslanıp rahat mı ediyoruz? Bugün tartışalım: “Haps olmak” ne demek ve neden bu kadar kolay kabulleniyoruz?
“Haps olmak” ne demek? Düz ve acı bir tanım
“Haps olmak” ifadesi, çoğunlukla “hapsolmak” ya da “hapis olmak”ın telaffuz olarak kısalmış, yaygın ama resmî olmayan bir biçimidir. Hukukî anlamıyla hapis; somut duvarlar, kilitli kapılar ve yetki altına alınmış bir bedendir. Fakat gündelik konuşmada daha çok mecazî anlamıyla kullanırız: İşe, düzene, borca, beklentiye, hatta kendi performans mitimize “haps” oluruz. Bu kullanım, özgürlüğün yalnızca bedensel olmadığını; zihinsel, ekonomik, duygusal katmanları olduğunu hatırlatır. Sorulması gereken soru şu: Bizi ne hapsediyor ve bundan gerçekten kurtulmak istemiyor olabilir miyiz?
Dil, köken ve yanılgı: “Hapis”, “haps” ve “hapsolmak”
“Hapis” köken olarak “hapsetmek” fiiline dayanır; “hapsolmak” ise edilgen bir kapanma hâlidir. “Haps olmak” biçimi, yazım açısından yerleşik sözlüklerde standart değildir; ama sokakta, sosyal medyada, ofis mutfaklarında dolaşır. Önemli olan nokta şu: Yanlış yazım meselesi yalnızca estetik bir konu değil; anlamı da bulanıklaştırır. “Hapis” deyince fail bellidir; “hapsolmak” deyince fail kaybolur. Kim hapsediyor? Sistem mi, patron mu, aile mi, algoritma mı, yoksa biz mi? Belirsiz özne, sorumluluğu havaya uçurur.
Mecazın karanlık konforu
Mecaz, gerçeği görünür kılar; ama aynı zamanda onu yumuşatır. “İşimde hapsim” dediğimizde, bazen bir sömürü düzenini işaret ederiz; bazen de konfor alanımızdan çıkmamak için kullandığımız zarif bir kalkan üretiriz. “Mecburum” cümlesi, çoğu zaman “bedel ödemek istemiyorum”un diplomatik versiyonudur. Bu kadar net.
Modern çağın görünmez kelepçeleri
Borç, kiralar, kredi kartları, performans baskısı, like ekonomisi, başarı kültü… Hepsi birer kilit mekanizması gibi çalışır. Bildirim sesleri yeni gardiyanlarımız, ekran sürelerimiz ise parmaklıklarımız. “Haps olmak” dediğimizde, gerçekte bir algoritma mimarisine, bir üretkenlik ideolojisine ya da sınıfsal uçuruma çarpıyoruz. Peki, bu mimarinin neresinde bizim payımız var?
Provokatif bir soru:
Eğer maaş zammı, terfi, takdir ya da onay “kapı”yı açmayacaksa; yine de aynı koridorda yürümeye devam eder miydiniz?
Eleştirel bakış: Mağduriyetin cazibesi
Mağduriyet anlatısı, sosyal sermaye üreten bir dile dönüşebiliyor. “Hapsim” demek, hem empati topluyor hem de hesap sorulabilirliği belirsizleştiriyor. Kulağa acımasız gelebilir; ama bazen en büyük hapishane, başkalarının bizi acınası bulduğu güvenli alandır. Orada risk yok, deneme yok, değişim yok—sadece onay var. Bu yüzden “haps olmak” ifadesine kuşkuyla bakmak zorundayız: Gerçekten tutsak mıyız, yoksa sorumluluktan kaçış için estetize edilmiş bir hikâye mi anlatıyoruz?
Kadercilik mi, rıza mı?
“Herkes böyle yaşıyor” cümlesi, kilidin dilidir. Toplumsal normlar elbette güçlü; ama rızamız olmadan bu kadar derinlere sızmaları mümkün değil. Kimi zaman “haps olmak”, kolektif bir ayin: Herkesin kabul ettiği kurallara boyun eğip, sonra da o kurallardan şikâyet etmek. Bu ikiyüzlülüğe ayna tutmadan özgürlük konuşmak, kendini kandırmaktır.
Riskin bedeli ve özgürlüğün sıkıcılığı
Özgürlük, romantik bir poster değil; hesaplanmış riskler, reddedilen fırsatlar, mahcup olunan denemeler ve kimi zaman kayıplar demek. “Haps olmak”tan çıkmanın bedeli budur. Kaç kişi bu bedeli gerçekten ödemeye gönüllü? Daha doğrusu: Kaç kişi, “özgür” olunca gerçekte ne yapacağını biliyor?
Tartışmalı noktalar: Yanlış sorular bizi kilitler
“Beni kim hapsetti?” sorusu eksik
Doğru soru şudur: “Beni kim, ne ve nasıl kendine bağladı—ve ben buna nasıl katkıda bulundum?” Faili dışarıda aramak kolaydır; ama iplerin bir ucu çoğunlukla kendi elimizdedir.
“Şartlar kötü, yapacak bir şey yok” cümlesi tembel bir sonuç
Evet, şartlar çoğu zaman adaletsizdir. Fakat “yapacak bir şey yok” demek, direnişi sıfırlar. Mikro ölçekte manevra alanı aramak—beceri geliştirmek, koalisyon kurmak, kurum içi politika okumak, alternatif gelir/rol denemek—hapishanenin kilidini gevşetir.
“Bir gün kurtulacağım” ertelemesi
Bir gün, hangi gün? Tarih veremediğimiz her “bir gün”, yeni bir parmaklık kurar. Erteleme, hapsin vicdandaki yankısıdır.
Provokatif bir soru daha:
Bugün istifa edemiyorsanız; peki yarın sizi neyin farklı kılacağına dair tek bir somut kanıtınız var mı?
Haps olmak ne demek? Pratik çerçeve
Tanım
Hukukta: Özgürlüğün resmî kısıtlanması. Günlük dilde: Bireyin kendini güçsüz hissettiği ağların (ekonomik, duygusal, kültürel, dijital) içinde irade ve seçenek illüzyonuyla sıkışması.
Belirtiler
– “Mecburum” sözcüğünün aşırı kullanımı
– Sürekli onay arama ve riskten kaçma
– Erteleme ve belirsiz “bir gün” vaadi
– Olası seçenekleri küçümseme, başarıyı başkalarına, başarısızlığı kendine yazma
Yan etkiler
Anlamsızlık duygusu, düşük öz-etki algısı, ilişkilerde tekrarlayan döngüler, yaratıcılık yoksunluğu.
Çıkış stratejileri: Anahtarlar cebimizde olabilir
– Kendi payını yazıya dök: “Bu düzende benim katkım ne?” sorusunu, savunmaya geçmeden cevapla.
– Somut tarih koy: “Bir gün” yoktur; “7 Kasım’da X” vardır.
– Küçük riskler al: Her hafta tek bir risk: yeni bir mail, yeni bir görüşme, yeni bir prototip.
– Koalisyon kur: Tek başına zor; iki kişi olunca kültür bile bükülür.
– Dilini düzelt: “Hapsim” yerine “Şu anki tercihim/bedelim bu” de. Terim değişince, özne güçlenir.
– Dijital diyet: Bildirimleri sessize almak bazen en somut özgürlüktür.
Tartışmayı ateşleyecek sorular
– “Haps olmak” dediğinizde, gerçekten kilitli olan ne: bedeniniz mi, zihniniz mi, ekonomik koşullarınız mı, yoksa itibar takviminiz mi?
– Bu hafta tek bir parmaklığı gevşetmek için hangi bedeli ödemeye hazırsınız?
– “Mecburum” dediğiniz cümlede, mecburiyeti kim imzaladı?
Son söz: “Haps olmak” kolay bir cümle, zor bir yüzleşme. Duvarları hep başkalarında aramak cazip; ama çoğu zaman anahtarlarımız kendi ceplerimizde. Anahtarı elimize almadıkça, kapının olup olmadığını bile anlayamayacağız.