Bingöl’ün Tatlısı Üzerine Pedagojik Bir Yolculuk: Öğrenmenin ve Kültürün Tatlı Dengesini Keşfetmek
Bir eğitimci olarak her zaman inanırım; öğrenme, sadece kitap sayfaları arasında değil, yaşamın ta kendisinde gizlidir. Tıpkı bir tatlının kıvamını bulmak gibi, öğrenme de sabır, dikkat ve deneme ister. Anadolu’nun kalbinde yer alan Bingöl’ün meşhur tatlısını keşfetmek de, aslında bu öğrenme sürecinin duyusal bir versiyonudur. Çünkü kültür, tıpkı bilgi gibi, aktarılır, şekillenir ve paylaşıldıkça derinleşir.
Bingöl denilince akla ilk gelen tatlılardan biri mastuva ya da yerel söylemle mastuva tatlısıdır. Yoğurt, un ve tereyağının muhteşem uyumuyla yapılan bu yöresel lezzet, sadece damaklarda değil, toplumsal bellekte de yer edinmiştir. Ancak bu yazı, sadece bir tatlıyı anlatmakla kalmayacak; öğrenmenin nasıl kültürel bir süreç hâline geldiğini de pedagojik bir bakışla ele alacaktır.
Öğrenme ve Tat: Kültürel Aktarımın Pedagojik Boyutu
Öğrenme, her şeyden önce bir deneyimdir. Tıpkı mastuva yapımında olduğu gibi, sabırla yoğrulur, tekrarlarla olgunlaşır. Eğitim psikolojisinde bu süreç, deneyimsel öğrenme kuramı olarak tanımlanır. David Kolb’un belirttiği gibi, birey bilgiyi sadece duyarak değil, yaparak ve yaşayarak içselleştirir.
Bingöl’ün meşhur tatlısı mastuva, nesiller boyu “yaparak öğrenme”nin en güzel örneklerinden biridir. Büyükanneler, elleriyle hamuru yoğururken sadece bir tarif öğretmez; kültürel bir bilinci, geçmişin izlerini ve paylaşmanın değerini aktarırlar. Bu yönüyle mastuva, öğrenmenin sosyokültürel bir bağlamda nasıl anlam kazandığını gösterir.
Toplumsal Öğrenme Kuramı ve Mutfak Kültürü
Albert Bandura’nın toplumsal öğrenme kuramı, bireylerin gözlem, taklit ve model alma yoluyla öğrendiğini vurgular. Bingöl’de çocuklar, annelerinin ve ninelerinin yanında mastuva yapımını izlerken sadece bir tatlı tarifi değil, sabrın, emeğin ve paylaşımın önemini de öğrenir.
Bu süreç, eğitimin en doğal hâlidir; ne sınıf duvarları vardır ne de sınav kaygısı. Burada bilgi, tat ve koku aracılığıyla içselleşir. Öğrenme, yaşamın kendisine dönüşür. Bir çocuk, yoğurdun kesilmemesi için ateşi kısmanın nedenini anladığında, aslında bir nedensel öğrenme deneyimi yaşamaktadır.
Pedagojik Yöntemler ve Kültürel Bilginin Taşınması
Eğitimciler olarak sıkça sorarız: “Nasıl öğretelim?” Oysa bazen en etkili öğretim, yaşamın kendisidir. Geleneksel toplumlarda bilgi, formal eğitim kurumlarından çok, gündelik yaşam pratikleriyle aktarılır. Bingöl mutfağı bu açıdan zengin bir öğretmen gibidir.
Mastuva yapımı, işbirlikli öğrenme modeline benzeyen bir süreçtir. Kadınlar bir araya gelir, görevler paylaşılır; biri yoğurdu karıştırır, diğeri unu kavurur, bir diğeri tereyağını eritir. Bu süreçte birey, hem kendi sorumluluğunu hem de toplumsal dayanışmanın anlamını öğrenir.
Bu yönüyle geleneksel yemek pratikleri, katılımcı pedagojinin erken biçimleri olarak görülebilir. Çünkü bilgi, yukarıdan aşağıya değil, birlikte yapılan eylemlerle paylaşılır.
Öğrenmenin Dönüştürücü Gücü
Her öğrenme süreci, bireyi dönüştürür. Mastuva tatlısının hikâyesi de, bu dönüşümün tatlı bir örneğidir. Öğrenme teorisyeni Jack Mezirow’un “dönüşümsel öğrenme” kavramına göre, birey yeni bir deneyimle karşılaştığında, dünyayı algılama biçimi değişir.
Bir birey, mastuva yapımında sabrın gerekliliğini anladığında, sadece bir yemek yapmayı değil, hayatın ritmini öğrenir. Kültürün sürekliliği, bu tür dönüşümlerle sağlanır. Dolayısıyla Bingöl’ün tatlısı sadece bir lezzet değil; bir öğrenme metaforudur.
Bireysel ve Toplumsal Öğrenme: Tatlı Bir Denge
Bingöl mutfağında tatlı yapımı bireysel bir beceridir; fakat toplumsal bir hafızanın ürünüdür. Bir kadının mastuva yaparken kullandığı tarif, aslında bir neslin öğrenme mirasıdır. Bu miras, bireyin kimliğini şekillendirir, toplumsal aidiyet duygusunu güçlendirir.
Eğitim, tıpkı mastuva gibi, bireysel çabayla başlar ama toplumsal bir anlam taşır. Öğretmenle öğrenci, anneyle çocuk, usta ile çırak arasında kurulan her bağ, öğrenmenin tatlı kıvamını belirler.
Sonuç: Tatlının Öğrettikleri ve Öğrenmenin Tadında Bir Davet
Bingöl’ün meşhur tatlısı mastuva, sadece bir lezzet değil; bir öğrenme öyküsüdür. Kültürel aktarım, toplumsal bağ, sabır, emek ve paylaşımla birleştiğinde öğrenme süreci anlam kazanır. Bu süreç, pedagojik olarak bize şunu öğretir: Gerçek öğrenme, yaşamla temas ettiğinde kalıcı olur.
Belki de bir sonraki öğrenme deneyiminiz, bir mutfakta, bir tencerenin buharında ya da bir tatlının kokusunda gizlidir.
Okuyucuya bir soru:
Siz kendi öğrenme sürecinizde hangi “tatlı sabır” anlarını yaşadınız? Öğrenme sizin için bir tarif mi, yoksa bir deneyim mi?