Dünya Sağlık Örgütüne Göre Engellilik Nedir? Eleştirel Bir Bakış
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), engelliliği bir kişinin fiziksel, zihinsel veya duygusal bozukluklar nedeniyle toplumda günlük yaşam aktivitelerini gerçekleştirmede karşılaştığı zorluklarla tanımlar. Bu tanım, uzun yıllardır temel bir referans noktası olmuştur, ancak gerçekten tüm engellilik deneyimlerini kapsıyor mu? Engel kavramını bu kadar dar bir çerçevede ele almak, modern toplumun gerçeklerini yeterince yansıtmıyor olabilir. Bu yazı, Dünya Sağlık Örgütü’nün engellilik tanımının zayıf yönlerini ve tartışmalı noktalarını cesurca ele alacak.
Engellilik, sadece fiziksel bir durumdan ibaret değildir ve bu kadar dar bir çerçeveyle ele alınması, çok katmanlı ve insan odaklı bir meseleyi küçümsemek anlamına gelebilir. Erkeklerin pratik ve stratejik bakış açılarıyla çözüm üretmeye çalışması önemli olsa da, kadınların duygusal ve empatik bakış açıları da bu meseleye farklı bir derinlik kazandırmaktadır. Gelin, engelliliği sadece tıbbi bir sorun olarak görmekten öteye geçelim ve toplumsal, kültürel, hatta politik bir mesele olarak ele alalım.
DSÖ’nün Engellilik Tanımı: Yetersizlik mi, Sınırlama mı?
DSÖ’nün engelliliği tanımlarken kullandığı dil, temel olarak “yetersizlik” kavramına odaklanır. Bu tanım, bireylerin engelli olmasının, toplumsal hayatta verimli bir şekilde yer alabilmesini engelleyen bir durum olduğunu ima eder. Ancak burada kaçırılan önemli bir nokta, engelliliğin sadece fiziksel bir bozukluktan ibaret olmadığıdır. Engel, daha geniş bir toplumsal etkileşimin sonucudur. Yani, engellilik yalnızca bireyin yaşadığı fiziksel veya zihinsel zorluklarla ilgili değil, aynı zamanda bu kişinin toplumla, iş gücüyle, aileyle ve arkadaşlarıyla olan ilişkileriyle de ilgilidir.
Peki, bu tanımın sınırlayıcı olduğu söylenemez mi? Engellilik sadece bir “eksiklik” veya “yetersizlik” olarak tanımlandığında, engelli bireylerin deneyimleri büyük ölçüde göz ardı ediliyor. Bir kişinin toplumda aktif bir şekilde yer alabilmesi için, sadece fiziksel engellerin aşılması gerekmez; toplumsal yapıların ve zihinsel engellerin de ortadan kaldırılması gerekir.
Fiziksel Engellerden Daha Fazlası: Zihinsel ve Duygusal Engellerin Rolü
Fiziksel engellilik, sıklıkla ilk akla gelen engel türüdür; ancak bu tanım, zihinsel ve duygusal engelleri dışarıda bırakır. Birçok kadın, depresyon, anksiyete veya travma sonrası stres bozukluğu gibi duygusal engellerle mücadele ederken, bu durumlar sıkça “görülmeyen” engeller olarak kalır. DSÖ’nün tanımında, zihinsel sağlık sorunlarının engellilikle doğrudan ilişkilendirilmesi oldukça sınırlıdır.
Özellikle kadınlar, duygusal engelleri yaşadığında, toplumsal normlar ve beklentilerle de yüzleşmek zorunda kalır. Kadınlar, toplumda genellikle “duygusal” varlıklar olarak görülür ve bu nedenle duygusal engellerle mücadele eden bir kadının deneyimleri çoğu zaman göz ardı edilir. Bu, toplumsal cinsiyetin bir yansımasıdır. Kadınların, engellilik tanımını bu şekilde daraltan bir sistemin içinde kendilerini daha yalnız hissetmeleri şaşırtıcı değildir.
Birçok erkek, engelliliği daha çok fiziksel ve görünür bir durum olarak tanımlar. Çoğu zaman, erkeklerin stratejik bakış açıları, engelliliğin “çözülmesi gereken bir problem” olduğunu öne çıkarır. Ancak, bu yaklaşımın tek başına yeterli olmadığını söylemek gerek. Zihinsel engellerin ve toplumsal ayrımcılığın rolü göz ardı edilemez.
Toplumun Rolü: Engel Kimde? Kim Kimden Engelli?
Engellilik, bireyin sahip olduğu fiziksel veya zihinsel engellerden çok daha fazlasıdır. Toplumun engelli bireylere karşı takındığı tutum, onların yaşam kalitesini ve toplumdaki rollerini doğrudan etkiler. Bu, engelliliğin sosyal bir inşa olduğunu gösteren en büyük kanıtlardan biridir. Bir kişinin engelli sayılıp sayılmaması, sadece fiziksel durumlarına değil, toplumun bu bireye yüklediği etiketlere de bağlıdır.
Herkesin eşit fırsatlar ve erişim hakkına sahip olduğu bir dünyada, engellilik, bu tür etiketlerden bağımsız olabilir. Ancak bugün, iş gücü piyasasında, eğitimde ve hatta sosyal ilişkilerde, engellilik, sıklıkla engelli bireyin kendisine yüklenen bir kimlik haline gelir. Bu, toplumsal yapının engelli bireyleri dışlaması ve bu kişilerin potansiyellerini engellemesi anlamına gelir.
Engelliliğin toplumsal olarak inşa edilen bir durum olduğunu kabul etmek, sadece fiziksel engellerle değil, zihinsel ve duygusal engellerle de mücadele etmeyi gerektirir. Bu bağlamda, DSÖ’nün tanımında, engelliliğin sadece “eksiklik” olarak ele alınması, toplumsal yapıların ve ayrımcılığın nasıl engeller yarattığını görmezden gelmektir.
Sonsuz Olasılıklar ve Çözüm Önerileri: Toplumun Eşitlikçi Bir Yaklaşımı
Engellilik, genellikle tıbbi bir mesele olarak tanımlanır ve bu, toplumsal adaletin önünde büyük bir engel teşkil eder. Erkeklerin çözüm odaklı bakış açıları bu konuda önemli olsa da, toplumun daha eşitlikçi ve duyarlı bir yaklaşımı, engelli bireylerin potansiyellerini daha iyi açığa çıkarmalarını sağlayabilir.
Peki, DSÖ’nün engellilik tanımını nasıl değiştirmeliyiz? Engel sadece fiziksel bir durumdan ibaret midir, yoksa zihinsel ve duygusal engelleri de içermeli midir? Toplumun engelli bireylere karşı yaklaşımını değiştirmek, onların yaşam kalitesini nasıl iyileştirebilir?
Bu soruların cevapları, engellilik anlayışımızı yeniden şekillendirebilir ve daha adil bir toplumun temellerini atabilir. Sizce engellilik tanımını nasıl ele almalıyız? Düşüncelerinizi paylaşın, tartışmayı büyütelim.